BAKARA 228 |
وَالْمُطَلَّقَاتُ
يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ
ثَلاَثَةَ
قُرُوَءٍ
وَلاَ
يَحِلُّ
لَهُنَّ أَن
يَكْتُمْنَ
مَا خَلَقَ
اللّهُ فِي أَرْحَامِهِنَّ
إِن كُنَّ
يُؤْمِنَّ
بِاللّهِ
وَالْيَوْمِ
الآخِرِ
وَبُعُولَتُهُنَّ
أَحَقُّ
بِرَدِّهِنَّ فِي
ذَلِكَ إِنْ
أَرَادُواْ
إِصْلاَحاً
وَلَهُنَّ
مِثْلُ
الَّذِي
عَلَيْهِنَّ
بِالْمَعْرُوفِ وَلِلرِّجَالِ
عَلَيْهِنَّ
دَرَجَةٌ
وَاللّهُ
عَزِيزٌ
حَكُيمٌ |
228. Boşanan kadınlar
kendiliklerinden üç kar' müddeti beklerler. Eğer Allah'a ve ahiret gününe iman
ediyorlarsa Allah'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helal değildir.
Kocaları bu süre içinde barışmak isterlerse, onları geri almaya daha çok hak
sahibidirler. Üzerlerindeki hak gibi maruf şekilde onların da hakkı vardır.
Erkeklerin ise kadınların üzerinde bir dereceleri vardır. Allah Azizdir,
Hakimdir.
Bu buyruğun:
"Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç kar' müddeti beklerler"
bölümüne dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:
1- Ayetler Arası ilişki ve Nüzul
Sebebi:
2- Boşanan Kadınların Beklemesi:
3- ''Kar'" Kelimesinin Anlamı:
4- Kar’lardan Maksat Nedir?
5- Evli Cariyenin iddeti:
"Allah'ın rahimlerinde yarattığını
gizlemeleri onlara helal değildir"
1- Kadınlar, Allah'ın Rahimlerinde
Yarattığını Gizlememelidir:
2- Kadının Beyanının Doğru Kabul Edilme
ve Edilmeme Halleri:
"Kocaları bu süre içinde barışmak
isterlerse onları geri almaya daha çok hak sahibidirler"
1- Koca Anlamına Gelen:
"Ba'l" Kelimesi:
2- Kocalarının Onları Geri Alması:
3- iddet Süresi içerisinde Koca Hangi
Şekilde Ric'at Yapmış Sayılır?
4- Ric'at Sayılabilen Diğer
Davranışlar:
5- Cima Ric'at Olabilir mi?
6- Ric'atten Önce Onunla Yolculuğa
Çıkmak:
7- Ric'at Döneminde Karı ile Kocanın
Karşılıklı Davranışları:
8- Ric'at Hususunda Karı ile Koca
Arasındaki Anlaşmazlıklar:
9- "Geri Alma" Lafzının
Muktezası:
10- "Daha Çok Hak Sahibi
Olmak" Lafzının Kullanılışı:
11- iddet içerisinde Kocanın Dönüş
Yapması Menduptur
"üzerlerindeki hak gibi maruf
şekilde onların da hakkı vardır"
1- Karı ve Kocanın Karşılıklı Hakları:
2- Erkeğin Süslenmesinin Mahiyeti:
3- Erkeklerin Bir Derece üstünlüğü:
1- Ayetler Arası
ilişki ve Nüzul Sebebi:
Yüce Allah, ila'nın ve
ila ile boşamanın meydana geleceğini sözkonusu ettikten sonra "boşanan
kadınlar" buyruğu ile boşamadan sonra kadının hükmünü beyan etmektedir.
Ebu Davüd ve Nesai'nin
kitaplarında İbn Abbas'tan Yüce Allah'ın: "Boşanan kadınlar
kendiliklerinden üç kar' müddeti beklerler" buyruğu hakkında şöyle dediği
nakledilmektedir: Erkek karısını boşadı mı onu geri almaya herkesten daha çok
hak sahibi idi. isterse onu üç defa boşamış olsun. Yüce Allah bunu neshetti ve:
"Talak iki defadır" (el-Bakara, 229) diye buyurdu.
(Boşanan kadınlar
anlamına gelen:) el-Mutallakat geneli kapsayan bir lafızdır. Ancak bundan kasıt
ise özellikle kendileriyle gerdeğe girilmiş özel durumdakilerdir. Kendisiyle
gerdeğe girilmeden önce boşanan kadınlar, Ahzab Süresi'nde yer alan:
"Sizin için onlar aleyhine sayacağınız bir müddet yoktur" (el-Ahzab,
49) ayet-i kerimesiyle -ileride de görüleceği gibi- dışarıda kalmaktadır. Aynı
şekilde: ''Hamile olanların iddetleri ise yüklerini bırakmaları
zamanıdır." (et-Talak, 4) ayeti de hamile olanları dışarıda bırakmaktadır.
Kar'lardan maksat
istibradır (rahimde çocuk olmadığının ortaya çıkmasıdır). Ancak vefat iddeti
bunun hilafınadır; o bir ibadettir.
Yüce Allah ay hali
görmeyen küçük kız ile ay halinden kesilmiş yaşlı kadının iddetlerini ileride
geleceği üzere aylar ile tesbit etmiştir.
Kimisi de şöyle
demiştir: Bu ayet-i kerime bütün boşanmış kadınlar hakkında umumıdir. Bunların hepsini
kapsar. Daha sonra neshedilenler edilmiştir. Ancak bu, zayıf bir görüştür. Bu
ayet-i kerime sadece ay hali görenler hakkındadır, onlara hastır. Kadınlarda
bilinen (örf) durum, ay hali olmaktır; onların büyük çoğunluğu da ay hali
olurlar.
2- Boşanan Kadınların
Beklemesi:
Ayet-i kerimede geçen
"Beklerler" fiilinin masdarı olan "terabbus" önceden de
açıkladığımız gibi beklemek, intizar etmek demektir. Bu buyruk haber olmakla
birlikte ondan maksat emirdir. Yüce Allah'ın: "Anneler çocuklarını iki bütünyıl
emzirirler" (el-Bakara, 233) buyruğu gibi. Günlük konuşmada da bir dirhem
ile yetin anlamına sana bir dirhem yeter, dememiz de böyledir.
ibnu'ş-Şeceri"nin naklettiğine göre bu aralarında herhangi bir görüş
ayrılığı olmaksızın dilcilerin de görüşüdür.
ibnu'l-Arabı ise der ki:
Bu batıl bir iddiadır. Buradaki ifade şeriatın hükmünü haber vermektir. Eğer
beklemeyen boşanmış bir kadın görüyor isen, bu şeriatten değildir. Ayrıca bu,
Yüce Allah'ın haberinin; hakkında haber verilene muhalif olmasını gerektirmez.
Bir görüşe göre de bu, kadınlar beklesinler anlamında (...) şeklindedir ve
bundan "lam" harfi hazfedilmiştir.
3- ''Kar'"
Kelimesinin Anlamı:
İnsanların cumhuru, son
harfi hemze olmak üzere ve "fuül" vezninde "kurü'" şeklinde
okumuşlardır. Nafi'den sonu hemzesiz ve "vav" harfini esreli ve
şeddeli olarak: (...) şeklinde okuduğu rivayet edilmiştir. el-Hasen de
"kaf" harfini üstün, "ra" harfini sakin ve sonunda tenvinli
bir hemze ile: (...) şeklinde okumuştur.
Kurü' kelimesi ekru' ve
ekra' kelimeleri, tekilleri olan "kur" kelimesinin çoğuludur. Bu
açıklamaları el-Esmai yapmıştır.
Ebu Zeyd ise şöyle
demektedir: Bunun tekili kar' şeklindedir. Her ikisi der ki: Kadın ay hali
olduğu vakit onun hakkında bu kökten gelen fiil kullanılır. Bu şekilde ay hali
olan kadına da Cism-i fail olarak): mukri' denilir. Temizlendiği zaman da aynı
fiil kullanılır.
el-Ahfeş der ki: Kadın
ay hali olmaya başladı mı "akraet" denilir, ay hali oldu mu da
"karaet" denilir. Kar' ise ay halinin kesilmesi demektir. Bazıları
iki ay hali arasındaki süredir, demektedir. "Akraat lücetuke"
ifadesi, senin ihtiyac duyma zamanın geldi, demektir. Bu açıklamalar el-Cevheri
tarafından yapılmıştır. Ebu Amr b. el-Ala der ki: Araplardan kimisi ay haline
kur' kimisi de temizlik haline kur' der. Kimisi her ikisine bir arada yani ay
hali ile birlikte temizliğe kar' demektedir. Bunu en-Nehhas zikretmiştir.
4- Kar’lardan Maksat
Nedir?
İlim adamları
"ekra': kurü'" hakkında farklı görüşlere sahiptir. Küfeliler der ki:
Bunlar ay halleri demektir. Ömer, Ali, İbn Mesud, Ebu Musa (r.anhum), Mücahid,
Katade, Dahhak, İkrime ve Süddi'nin de görüşü budur. Hicazlılar ise, bunlar
temizlik süreleridir, derler. Bu Hz. Aişe, İbn Ömer, Zeyd b. Sabit, (r.
anhum)ın Zühri, Eban b. Osman ve Şafii'nin görüşüdür.
Bu kelimeyi ay haline
isim olarak kabul edenler ay halini böyle adlandırırlar. Çünkü kan rahimde
toplanır.
Temizliğe isim kabul
edenler, kanın bedenin tümünde toplanmasından dolayı bu ismi kullanırlar. Kar'
kelimesinin asıl anlamının bu olduğunu ortaya koyan husus, hakikatte vakit
anlamını da ihtiva etmesidir. Rüzgar vaktinde esti, demek için kar' ve kari'
kelimeleri kullanılır. Şair der ki: "Ben Şehloğullarının Akrından (özel
bir yer adı) hoşlanmadım Rüzgarlar vakitlerinde (kari') estiği zaman."
Bu bakımdan hayz'a da
vakt, temizliğe de vakt denilmiştir. Çünkü her ikisi de belli bir süre ile
alakalıdır. el-A'şa temizlik süreleri ile ilgili olarak şunları söylemektedir:
"Her yıl sen bir gazaya mı çıkıyorsun? O gazan için bütün azim ve sabrın
ile hazırlanıyorsun Bu gaza sana izzet kazandırıyor, kabilen arasında da
yükseklik Kadınlarının kar'larında (temizlik hallerinde) seni beklerken
kaybettiklerine karşılık olarak."
Bir başkası da ay hali
anlamında şöyle demektedir: "Bana karşı büyük bir kin sahibi olan nice
kimselerin, Kuru'u vardır; ay hali olan kadının kuru'u gibi."
Yani o kişi, kendisine
kin duyup ta'netmiş olan o şahsa indirdiği darbe sonucunda ay hali kadını gibi
kanını akıtmış.
Bazıları da şöyle
demiştir: Bu kelime suyun havuzda toplanmasını ifade etmek üzere kullanılan
"kar"'dan gelmektedir. Kur'an-ı Kerım de manaların toplanması demek
olduğundan dolayı "Kur'an" adını almıştır. Harflerinin bir araya
toplanması dolayısıyla bu adı aldığı da söylenmiştir. Dişi devenin gebe
kalmadığını ifade etmek üzere; "Dişi devenin karnında asla (yavru ile)
yavrunun içinde bulunduğu eş bir araya gelip toplanmadı" denilir.
Amr b. Külsum da der ki:
"Güzel, uzun boyunlu, beyaz renkli ve bakire Rengi ap ak ve hiç döl
tutmamış (lemtekra')" Ay halinde kan rahimde toplandığı temizlik vaktinde
de vücutta bulunduğu için bu kelime kullanılmış gibidir.
Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr
der ki: Kar' kelimesi suyu havuzda topladım (karaytu), şeklindeki sözden
alındığını söyleyenlerin bu sözü pek birşey ifade etmez. Çünkü "kar'"
hemzelidir, bu ise hemzeli değildir.
Derim ki: Bu Cevheri ve
diğer dilcilerin yaptıkları nakle göre sahih bir açıklamadır. Bu şekilde
toplanan suyun adı "kiran" diye gelir.
Kar'ın ya temizlikten ay
haline veya ay halinden temizliğe geçiş olduğu da söylenmiştir. İşte buna
binaen Şafii bir görüşünde şöyle demiştir: Kar' temizlikten ay haline
geçmektir. Ay halinden temizliğe geçişi ise kar' olarak görmemektedir. Ancak
kelimenin iştikakı (türeyişi) gereğince bunun da kar olması icabeder. Ve Yüce
Allah'ın: "Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç kar' müddeti
beklerler" buyruğu yani üç devre yahut üç geçiş süresi beklerler, demek
olur. Boşanan kadın ise yalnızca iki hal ile nitelenir. Kimi zaman temizlikten
ay haline geçiş yapar, kimi zaman da ay halinden temizliğe geçiş yapar.
Böylelikle ifadede de bir tutarlılık olduğu ortaya çıkar.
Bu kelimenin hem
temizliğe hem de ay haline delalet etmesi dolayısıyla müşterek (farklı manalar
hakkında ortak kullanılan) bir isim haline gelir.
Şöyle de denilir: Kar'ın
intikal anlamına geldiği sabit olduğuna göre boşanan kadının temizlikten ay
haline intikal etmesi ayet-i kerime tarafından kesinlikle kastedilen bir durum
değildir. Bu bakımdan ay halinde yapılan talak emrolunmuş sünni bir talak değildir.
Sünni talak iddet beklemek için yapılan talaktır, İddet için talak ise temizlik
halinde yapılır. Bu da "kar'" kelimesinin intikal, geçiş anlamından
alınmış olduğunu göstermektedir.
Temizlik halinde talak
sünni (Sünnete uygun) talak olduğuna göre ifadenin takdiri şöyle olur: Onların
iddetleri üç geçiş yapmaktır: Birincisi talakın kendisinde vuku bulduğu
temizlikten geçiştir, bu aynı zamanda kar' olarak sayılmayan ay halinden
temizliğe geçiştir. Çünkü dil buna delalet etmemektedir. Fakat bizler bir başka
delil ile Yüce Allah'ın ay halinden temizliğe intikali murad etmediğini
öğrenmiş bulunuyoruz, Bu ikisinden birisinin murad edilmediği ortaya çıktığına
göre, geriye öteki kalır. O da temizlikten ay haline geçişin murad edildiğidir.
Buna göre, boşanan kadının iddeti üç tane intikaldir.
Birincisi temizliktir.
Buna göre talak temizlik halinde verildiği takdirde tam üç kar'ın tamamlanması
mümkün olur, Ve bu herhangi bir şekilde mecaza hamletmek de olmaz el-Kiya
et-Taberi der ki: Bu Şafii mezhebindeki yönelişin maksadını oldukça hassas bir
şekilde tesbit etmektir. Şeriatın ince hikmetlerinden anlaşılması pek uzak
olmayan bir sırrı bu hususta zikretmemiz mümkün olmaktadır. O da şudur:
Temizlikten ay haline intikal, rahmin temizliğine (hamilelik olmadığına)
delaleti dolayısıyla bir kar' kabul edilmiştir. Çünkü hamile kadın çoğunlukla
ay hali olmaz, Ay hali olmasıyla rahminin temiz olduğu da anlaşılmış olur Ay
halinden temizliğe intikal ise bunun hilafınadır. Çünkü ay hali olan kadının ay
halinin akabinde hamile kalması mümkündür. Eğer hamilelik süresi uzayıp gidecek
olursa, çocuk güçlenir ve kanı da kesilir. Bu bakımdan Araplar temizlik halinde
kadınlarının hamile kalmasını övünıdecek birşey kabul ederler. Nitekim Hz,
Aişe, Resulüllah (s.a.v.)'ı şairin şu sözleriyle övmüştür: "Ay hali
bulanıklığının her türlüsünden uzaktır Süt emzirenin fesadından ve hamile
kadının hastalıklı sütünden."
Burada şair annesinin
ona ay halinin son günlerinde hamile kalmadığını anlatıyor.
İlim adamlarının ve dil
bilginlerinin "kur'" kelimesinin açıklamasına dair sözleri bunlardır.
Ayrıca bunlar derler ki: Kadın ay hali olduğu zamanı veya temizlendiği zamanı
anlatmak için "kar"dan türeyen fiiller kullanıldığı gibi, hamile
kaldığı zaman, anlatmak için de aynı fiili kullanırlar ve ittifakla
"kar'ın" vakit anlamına geldiğini kabul ederler. Buna göre boşanmış
kadınlar kendiliklerinden üç süre, vakit beklerler denildiği takdirde ayet-i
kerime de sayı hususunda açıklayıcı (müfessir), sayılan şey hakkında da
muhtemel olur. O bakımdan sayılanın beyanını başka bir delilde aramak icab
eder.
Bu konuda bizim
delilimiz Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Kadınları boşadığınız zaman
iddetleri vaktinde boşayın. "(et-Talak, 1) Hanımını boşayacak olana
temizlik halinde boşama yapmasının emrolunduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur.
O bakımdan iddette muteber olması gereken de budur. Çünkü Yüce Allah:
"Kadınları boşayın" derken kadının iddete başlayacağı bir vakti
kastetmektedir. Bundan sonra da Yüce Rabbimiz; "Ve iddetlerini
sayın"(et-Talak, 1) diye buyurmaktadır. Bununla da boşanan kadının
kendisiyle iddette bulunacağı vakit kastedilmektedir ki, bu da içinde iken
boşanacağı temizlik halidir. Peygamber (s.a.v.) de Hz. Ömer'e şöyle
buyurmuştur: Ona (oğluna) emret, hanımına dönsün, sonra temizleninceye kadar
nikahında tutsun, sonra ay hali olsun, sonra temizlensin. İşte Yüce Allah'ın
kendisi sebebiyle (olduğu vakit) kadınların boşanmasını emrettiği müddet
budur." Bu hadisi Müslim ve başkaları rivayet etmiştir.
Bu, temizlik zamanının
"iddet" diye adlandırılan zaman olduğu hususunda da bir nastır ve
kadınların içinde boşanması gereken zaman da odur. Ay hali iken hanımını
boşayanın, bu ay halini iddetinden saymayacağı hususunda da görüş ayrılığı
yoktur. Temizlik halinde hanımını boşayanın ise cumhura göre bu temizliği
iddetinden sayar. O bakımdan bunu kabul etmek daha uygun düşmektedir.
Ebu Bekr b. Abdurrahman
der ki: Biz fukahamızdan her kime yetiştiysek mutlaka Aişe'nin; kar' lar
temizlikler demektir, görüşünü kabul ediyordu. Erkek ilişkide bulunmadığı bir temizlik
halinde hanımını boşadı mı bir an dahi olsa daha kısa bir süre dahi olsa o
temizlikten bir süre kalmışsa bile o, iddetinden sayılır. Daha sonra ay
halinden sonra ikinci bir temizlik sonra ikinci bir ay halinden sonra üçüncü
bir temizlik bekler. Artık üçüncü ay halinin kanını gördü mü erkeklere
(nikahlanması) helal olur ve iddetinden çıkmış olur. Herhangi bir kimse
ilişkide bulunduğu bir temizlik halinde karısını boşarsa bu talak lazım olur,
fakat kötü bir iş işlemiş olur. Kadın da o temizlik halinden geri kalanı ile
birlikte iddetini sayar.
ez-Zühri, temizliğinin
bir bölümünde boşanmış bir kadın hakkında şöyle demiştir: O kadın o
temizliğinin geri kalanı dışında üç temizlik hali ile iddet bekler. Ebu Ömer
der ki: Kar'lar temizliktir, deyip de İbn Şihab ez-Zührı'den başka bu şekilde
görüş belirten bir kimseyi bilmiyorum. Çünkü ez-Zühri der ki: İçinde boşanmış
olduğu o temizlik halini yok sayar, ondan sonra üç temizlik hali sayar. Çünkü
Yüce Allah: "üç kar'" diye buyurmuştur.
Derim ki: ez-Zühri'nin
bu görüşüne göre boşanan kadın dördüncü ay haline girmedikçe evlenmesi helal
olmaz. İbnu'l-Kasım, Malik, mezhebine mensup ilim adamlarının çoğunluğu, Şafii
ve Medine alimlerinin görüşü ise şöyledir: Boşanan bir kadın üçüncü ay halinden
ilk kan damlasını gördü mü, artık eski kocasının nikahının dışına çıkmış olur.
Bu, aynı zamanda Zeyd b. Sabit, Aişe ve İbn Ömer'in de görüşüdür. Ahmed b.
Hanbel de bu görüştedir. Davud b. Ali ve arkadaşları da bu kanaattedir.
Zühri'nin görüşüne karşı delil de Peygamber (s.a.v.)'ın cima olmaksızın temiz
olan kadının boşamasına izin vermesi ve bu konuda temizliğin başı veya sonu
diye birşeyden söz etmemesidir. Eşheb de der ki: Gördüğü kanın ay hali kanı
olduğu tahakkuk etmedikçe aralarındaki nikah bağı ve miras kesilmiş olmaz. Böylelikle
bu görülen kanın ay hali dışında bir kan akıntısı olma ihtimali önlenmiş olur.
Kufeliler ise Hz.
Peygamber'e gördüğü Cistihaza) kanından dolayı şikayette bulunan Fatıma bint
Ebi Hubeyş'e söylediği şu sözlerini delil gösterirler: "Senin o gördüğün
kan bir damardır. Bekle. Ay hali (kar') vaktin geldi mi namaz kılma. Ay hali
vaktin (kar') gitti mi guslet, sonra da ay hali vaktinden öbür ay hali vaktine
kadar süre boyunca namaz kıl!"
Yüce Allah da şöyle
buyurmaktadır: "Hanımlarınız arasından ay halinden kesilmiş olanların eğer
iddetlerinde şüphe ederseniz onların iddetleri üç aydır. "(et-Talak, 4)
Burada Yüce Allah kesilen şeyi "ay hali" olarak zikretmektedir. O
halde, iddetin bu olduğuna delalettir. O olmadığı takdirde buna bedel ise
ayları tesbit etmiştir. Hz. Ömer de ashab-ı kiramın huzurunda şöyle demiştir:
Cariyenin iddeti iki defa ay hali görmesidir. Yani hür kadının iddetinin
yarısı. Eğer ben bir buçuk ay hali yapabilecek olsaydım onu da yapardım. Hz.
Ömer'in bu sözüne kimse tepki göstermemiştir. Bu da onlar tarafından bu konuda
icma olduğunun delilidir. Bu aralarında dört halifenin de bulunduğu ashab-ı
kiramdan on kişinin görüşüdür. Onların söyledikleri sözler ise yeterli
görülmelidir. Ayrıca Yüce Allah'ın: "Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç
kar' müdeti beklerler" buyruğu da buna delalet etmektedir. Çünkü bunun
anlamı eksiksiz üç kar' beklerler, şeklindedir. Bunun ise kar'ların bizim
görüşe göre ancak ay hali olarak açıklanması halinde mümkün olur. Çünkü, bu
temizlik halidir, diyenler kadının iki temizlik hali ile üçüncüsünün bir
kısmını iddet olarak beklemesini caiz kabul ederler. Zira temizlik halinde
karısını boşayacak olursa, öbür görüşü kabul edenlere göre temizliğinden geri
kalan süre bir kar' olarak sayılmış olur. Bize göre ise ismin, durumu hakkında
kullanılabilmesi için, ay halinin başından itibaren iddete başlaması gerekir.
Koca hanımını ilişkide bulunmadığı bir temizlik halinde boşayacak olursa, bir
ay hali olmayı bekler, sonra bir ay hali daha sonra bir ay hali daha. üçüncü ay
halinden gusletti mi artık iddetten çıkar.
Derim ki: Ancak Yüce
Allah'ın: "O rüzgarı onlara yedi gece ve sekiz gün peşpeşe musallat kıldı.
"(el-Hakka, 7) buyruğu bunu reddetmektedir. Burada "sekiz gün"
anlamına gelen (...) de "yevm" kelimesi müzekker olduğu için
"yuvarlak te" harfini kullanmıştır. "Kar'" kelimesinde de
(üç anlamına gelen "selaseh" kelimesinin sonunda da) böyledir. İşte
bu, maksadın o olduğunun delilidir. Ebu Hanife de ay hali iken boşandığı
takdirde boşandığı o ay hali ile ondan sonraki temizlik halini iddetten
saymayacağı hususunda bize uygun kanaat belirtmektedir. Ona göre ancak
temizlikten sonraki ay halinden itibaren iddeti başlar. Bize göre ise daha
önceden de açıkladığımız gibi, temizlik ile iddeti başlar. Dil bilginleri
birşeyin bir bölümünü, tümü hakkında kullanılan isimle kullanmayı caiz (uygun)
görmüşlerdir. Nitekim Yüce Allah: "Hac bilinen aylardır. "(el-Bakara,
197) diye buyurmaktadır. Bundan kasıt ise iki ay ve üçüncü ayın bir kısmıdır.
İşte "üç kar'" buyruğu da böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Bunun ay hali olduğunu
söyleyenlerden kimisi şöyle demektedir: üçüncü ay halinden temizlendiği
takdirde guslettikten sonra iddet bitmiş ve erkeğin ric'ati (iddet içerisinde
dönüş hakkı) batıl olmuş olur. Bu görüşü Said b. Cübeyr, Tavus, İbn Şubrume ve
el-Evzai belirtmiştir. Şerik der ki: Kadın gusul etmekte yirmi yıl süre ile
kusurlu davranacak (gusletmeyecek) olsa bile gusletmediği sürece kocasının ona
ric'atte bulunma hakkı vardır.
İshak b. Raheveyh'ten de
şöyle dediği rivayet edilmektedir: Kadın üçüncü ay haline başladı mı artık
kocasından bain olur ve kocasının ric'at yapma hakkı sona ermiş olur. Şu kadar
var ki o ay halinden gusletmediği sürece evlenmesi o kadın için helal olmaz.
Buna benzer bir görüş İbn Abbas'tan rivayet edilmiş ise de zayıf bir görüştür.
Bunun zayıf olduğunun delili ise ileride de geleceği üzere Yüce Allah'ın şu
buyruğudur: "Sürelerini bitirdikleri takdirde artık onların kendileri
hakkında maruf ile yaptıklarından dolayı size birgünahyoktur. "(el-Bakara,
234)
Şafii'nin sözkonusu
ettiği temizlik'ten ay haline geçişe de "kar'" denilmesinin faydası
kadının iddetini kısaltmaktır. Şöyle ki; koca hanımını temizliğinin son anında
boşadığı takdirde ve bunun akabinde ay haline girse artık bunu bir kar' olarak
sayar. üçüncü temizlikten (ay haline) geçmek suretiyle de artık nikah engeli
ortadan kalkar ve başkalarıyla evlenmesi helal olur. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
5- Evli Cariyenin
iddeti:
İlim adamlarının
cumhuru, kocasının boşamasından dolayı ay hali olan cariye iddetinin iki ay
hali olduğunu kabul etmişlerdir. İbn Sirin'den şöyle dediği rivayet
edilmektedir: Benim görüşüme göre cariyenin iddeti hür kadının iddeti gibidir.
Başka türlü olamaz. Ancak eğer bu konuda bir sünnet varsa ayrı. Çünkü sünnet uyulmaya
daha layıktır.
el-Hasan b. Abdurrahman
b. Keysan ile Davüd b. Ali ve Zahirilerden bir topluluk şöyle derler: Boşama ve
vefat iddetleri hakkındaki ayetler aylar ve kar'larla hem cariye hem de hür
kadın hakkında umumidir. Hür kadın ile cariyenin iddeti aynıdır.
Cumhur ise Hz,
Peygamber'in şu buyruğunu delil gösterirler: "Cariyenin boşama sayısı iki
boşamadır, iddeti de iki ay halidir."
Bunu İbn Cüreyc Ata'dan
o Muzahir b. Eslem'den, o babasından o el-Kasım b. Muhammed'den, o Hz. Aişe'den
rivayet etmiştir. Hz. Aişe dedi ki: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Cariyenin boşama sayısı iki, boşama kar'ları da iki ay halidir."
Burada Hz. Peygamber
boşamayı da iddeti de hep birlikte ona izafe etmiştir. Şu kadar var ki Muzahir
b. Eslem bu hadisi tek başına rivayet etmiştir ve o zayıf bir ravidir.
İbn Ömer'den ise erkek
olsun kadın olsun bunların hangisi köle olursa onun boşaması eksilir, görüşü
rivayet edilmiştir. İlim adamlarından bir kesim bu görüştedir.
[ - ]
Buyruğun: "Allah'ın
rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helal değildir" bölümüne dair
açıklamalarımızı da iki başlık halinde sunacağız:
1- Kadınlar, Allah'ın
Rahimlerinde Yarattığını Gizlememelidir:
Yüce Allah'ın:
"Allah'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helaldeğildir"
yani ay halini gizlemeleri helal değildir. Bu açıklamayı İkrime, Zühri ve Nehai
yapmıştır. Bunun gebelik olduğu da söylenmiştir. Bu görüşü de Hz. Ömer ile İbn
Abbas belirtmiştir. Mücahid der ki: Hem ay halini hem de hamileliği gizlememelidirler.
Bu ise hamile olan kadının ay hali olabileceğini kabul etme halinde sözkonusu
olur.
Ayet-i kerimede
anlatılmak istenen şudur: İddet, ay hali ve temizlenme ile ilgili olduğuna
göre, bunlara muttali olmak da ancak kadınlar tarafından sözkonusu olduğundan,
bu hususta iddetinin bittiğini veya bitmediğini iddia etmekte onun sözü muteber
kabul edilmiş ve bu hususta kadınlar güvenilir kimseler olarak
değerlendirilmiştir. Yüce Allah'ın: "Allah'ın rahimlerinde yarattığını
gizlemeleri onlara helal değildir" buyruğunun muktezası budur.
Süleyman b. Yesar der
ki: Bizler kadınları açıp onların ferclerine bakmakla emrolunmadık. Ancak eğer
mü'min iseler bu iş onlara havale edilmiştir. Durumu gizlemelerinin
yasaklanmasının anlamı ise, kocaya zarar vermeyi ve onun hakkını zayi etmeyi
yasaklamaktır. Boşanmış olan kadın ay hali olmadığı halde, ay hali oldum,
diyecek olursa kocanın ric'at hakkını kaldırmış olur. Eğer; ay hali olmadım,
dediği halde ay hali olmuş ise bu sefer kocayı mükellef olmadığı nafakayı
ödemekle mükellef tutmuş olur; bu da ona zarar verir. Ya da ay hali olmadığını
yalan yere söylemekle iddet bitinceye kadar kendisine ric'at yapılmasın ve
böylelikle şeriat onun ric'at hakkını kessin, maksadında da olabilir. Hamile
olan kadının da hamileliğini gizlemesi böyledir. Bunu gizlediği takdirde,
kocasının dönüş hakkını kaldırmış olur.
Katade der ki: Cahiliyye
döneminde çocuklarını yeni kocaya ilhak etmek kastıyla hamileliklerini
gizlemek, kadınların adeti idi. İşte ayet-i kerime buna dair nazil olmuştur. Rivayet
edildiğine göre Eşca'lılardan bir adam Resulullah (s.a.v.)'ın yanına gelerek:
Ey Allah'ın Resulü, demiş ben hamile olduğu halde karımı boşadım. Bununla
birlikte onun evlenmeyeceğinden ve böylelikle çocuğumun başkasına
gitmeyeceğinden emin değilim. Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi inzal
buyurdu ve böylelikle o Eşca'lının ha nımını kocasına geri döndürmüş oldu.
2- Kadının Beyanının
Doğru Kabul Edilme ve Edilmeme Halleri:
İbnu'l-Münzir der ki:
İlim ehlinden kendisinden ilim bellediğim herkes dedi ki: Kadın on gün zarfında
ben üç defa ay hali oldum ve benim iddetim bitti, diyecek olursa bu sözü tasdik
edilmez ve kabul edilmez. Ancak ben hilkati belirmiş bir düşük yaptım diyecek
olursa kabul edilir. Şu kadar var ki kadının sözünün doğru kabul edileceği süre
hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Malik der ki: Eğer kadın:
Benim iddetim bitti, dese ve bu süre kadar bir zaman zarfında onun sözünden
önce iddet bitebilirse (kabul edilir); şayet iddetin nadiren tamamlanabileceği
bir süre zarfında bittiğini haber verirse, bu konuda iki görüş vardır.
el-Müdevvene'de şöyle
denilmiştir: Bir ay zarfında üç defa: Ay hali oldum, diyecek olursa eğer sair
kadınlar sözünün doğru olduğunu kabul ederlerse tasdik edilir. Şureyh de bu
görüşü kabul etmiştir. Ali b. Ebi Talib de ona: Kalun yani isabet ettin ve
güzel söyledin diye tasdik etmiştir.
Muhammed'in Kitabında
ise Malik şöyle der: Bir buçuk aydan aşağı bir süre zarfında söylediği kabul
edilmez, Ebu Sevr de buna yakın bir görüş beyan etmiştir. Ebu Sevr der ki: Bu
hususta asgari süre kırkyedi gündür. Şöyle ki: Temizliğin asgari süresi onbeş
gündür, ay halinin asgari süresi de bir gündür.
en-Numan (b, Sabit) yani
Ebu Hanife ise der ki: Altmış günden aşağısında sözü kabul edilemez. Şafii de
bu görüştedir.
Yüce Allah'ın:
"Eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorlarsa," buyruğu gizlemenin
haram kılındığını pekiştirmek için, büyük ve ağır bir tehdittir. Rahimlerinde
bulunanın gerçek mahiyetini haber vermek hususunda emanetlerini gereği gibi
yerine getirmelerini farz kılmaktadır. Yani mü'min kadınların izlemeleri
gereken yol, hakkı gizlememektir.
Yüce Allah'ın:
"Eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorlarsa" buyruğu, iman
edenler için bu helal olmadığından dolayı, iman etmeyen kimseler için gizlemeleri
mübahtır anlamına gelmez, Bu, günlük konuşmalarda şöyle demeye benzer: Eğer sen
benim kardeşim isen bana zulmetme. Yani senin imanının bana zulmetmekten seni
alıkoyması gerekir. Çünkü böyle bir iş iman ehlinin yapacağı bir iş değildir.
[ - ]
Buyruğun: "Kocaları
bu süre içinde barışmak isterlerse onları geri almaya daha çok hak
sahibidirler" bölümüne dair açıklamalarımızı da onbir başlık halinde
sunacağız:
1- Koca Anlamına
Gelen: "Ba'l" Kelimesi:
Yüce Allah'ın:
"Kocalan" buyruğundaki: "Bu'ül: Kocalar" kelimesi:
"Ba'l: Koca" kelimesinin çoğuludur. Eş demektir, Ona bu ismin veriliş
sebebi kadına koca olmak hasebiyle sahip olduğu zevceye üstünlüğünden
dolayıdır. Yüce Allah'ın: "Siz Ba'le dua eder .... misiniz?" (es-Saffat,
125) buyruğu; "siz Ba'li rab mı edinirsiniz?" demektir. Ona bu adın
verilişi rububiyetteki yüksekliğinin kabulünden dolayıdır. "Zeker"
kelimesinin çoğulu "züküre," fahl kelimesinin çoğulu
"fuhüle" geldiği gibi, ba'l kelimesinin çoğulu da bu'üle şeklinde
gelir. Sondaki bu he (yuvarlak te) çoğulun müennesliğini te'kid etmek için
fazladan gelmiştir, Bu şazdır ve buna kıyas yapılmaz. Bu konuda sema (Araptan
işitme) mu'teberdir. Bu bakımdan (aynı vezinde olan) la'b'ın çoğulu olarak
lu'übe denilmez.
Bir görüşe göre sondaki
bu he "fu'ül" veznindeki kelimelerde kullanılan te'nis ha'sıdır.
Bu'üle aynı zamanda ba'l'in de masdarıdır. Baale fiil olarak ba'l oldu (yani
koca oldu) demektir. Mubaale ve bial ise cima demektir. Hz. Peygamber'in teşrik
günleri hakkında: "O günler yemek içmek ve bi'al günleridir"
buyruğundaki bu "bial" kelimesi de bu manayadır. Nitekim önceden
geçmiştir. Buna göre erkek kadının ba'li kadın da erkeğin ba'lesidir. Erkeğin
kadına mübaşeret etmesini ifade etmek üzere "baale" denilir. Masdarı
da mübaale gelir. Filan bunun ba'lidir, demek onun maliki ve rabbidir
(sahibidir) demektir. Bu kelimenin daha pek çok anlamı vardır. İleride (Nur,
31. ayet 2. başlıkta) gelecektir.
2- Kocalarının Onları
Geri Alması:
"Kocaları onları
geri almaya" yani onlara ric'at yapıp dönmeye "daha çok hak
sahibidirler."
Geri dönüş (ric'at
yapmak) iki türlüdür. Birisi İbn Ömer hadisi gereğince öngörülen iddet süresi
içerisinde ric'at yapmak, diğeri ise Ma'kil yoluyla gelen hadis-i şerife göre
iddet sonrası ric'at yapmak.
Eğer maksat bu olursa o
takdirde bu buyrukta ayetin umum ifadesi ile ismen zikredilen kapsamının tahsis
edildiğine delil vardır. Çünkü Yüce Allah'ın: "Boşanan kadınlar
kendiliklerinden üç kar' müddeti beklerler" buyruğu üç defa boşanmış
kadınlar hakkında umumidir. Bundan daha aşağı sayıda boşananlar hakkında da
sözkonusu olduğunda görüş ayrılığı yoktur. Daha sonra gelen: "Kocaları ...
onları geri almaya daha çok hak sahibidirler" buyruğu ise boşama sayısı
üçten daha aşağı olan kadınlar hakkında özel bir hüküm olur.
İlim adamları icma ile
şunu kabul etmişlerdir. Hür bir kimse hür olan zevcesini boşadığı takdirde eğer
onunla gerdeğe girmiş ve bu boşaması bir veya iki boşama ise, iddeti bitmediği
sürece kadın hoş görmese dahi kocası onu geri almaya daha çok hak sahibidir. Eğer
boşayan kişi iddeti bitinceye kadar ona dönüş yapmayacak olursa kadın kendi
nefsinde dilediği gibi tas arrufta bulunmaya daha çok hak sahibidir ve kocası
ona yabancı olur. Ona bir daha helal olması ancak veli ve şahid getirmek
suretiyle yeni bir hitbe (talib olma) ve nikah ile helal olabilir. Yoksa ona
dönüş yapmakla ona helal olmaz. İlim adamlarının icmaı böyledir.
el-Mühelleb der ki:
İddet süresi içerisinde ric'at ya pan herkese ric'at yaptığına dair şahit tutma
dışında nikah hükümlerinden herhangi bir şeyi yerine getirmesi gerekmez. Bu da
ilim adamlarının icma ettikleri husustur. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"O boşanan kadınlar iddetlerinin sonuna geldiklerinde ya maruf ile onları
tutun ya maruf ile onlardan ayrılın. Aranızda adalet sahibi iki kişiyi de şahit
tutun. "(et-Talak, 2) Yüce Allah burada ric'at yapmakta şahit tutmaktan
söz ettiği halde, nikahta olsun boşama halinde olsun şahit tutmaktan söz
etmemektedir. İbnu'I-Münzir der ki: İlim ehlinin icmaı ile birlikte Allah'ın
Kitabından zikrettiğimiz buyruklar bu konuda geçmişlerden gelen rivayetleri
zikretmeye gerek bırakmamaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
3- iddet Süresi
içerisinde Koca Hangi Şekilde Ric'at Yapmış Sayılır?
İddet süresi içerisinde
erkeğin hangi şekilde ric'at yapmış olacağı hususunda ilim adamlarının farklı
görüşleri vardır. Malik der ki: Ric'at yapmak isteği ile iddet içerisinde
hanımı ile ilişki kursa ve şahit tutması gerektiğini bilmiyor ise onun bu
davranışı ric'at sayılır. Kadın, şahit tutmadıkça kocasının kendisi ile ilişki
kurmasına engel olması gerekir. İshak da bu görüştedir. Çünkü Peygamber
Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Ameller ancak niyetler iledir. Her kişi için
niyet ettiği ne ise o vardır."
Şayet ric'atı niyet
etmeksizin iddet içerisinde ilişkide bulunursa Malik der ki: İddet içerisinde
ric'at yapar ve kendisini o fasid suyundan istibra etmedikçe onunla ilişki
kurmaz.
İbnu'l-Kasım der ki:
İddeti bittiği takdirde istibra süresinin geri kalan kısmında kendisi de
başkası da onu nikahlamaz. Nikahlayacak olursa yapacağı bu nikah fesholur. Şu
kadar var ki ebediyyen ona haram olmaz; çünkü su ona aittir.
Bir diğer kesim şöyle
demektedir: Onunla cima etti mi ric'at yapmış olur.
Said b. el-Müseyyeb, Hasan
el-Basri, İbn Sirin, ez-Zühri, Ata, Tavus ve es-Sevri de böyle demiştir.
es-Sevri; şahit tutar da demiştir. Re'y ashabı, Evzai ve İbn Ebi Leyla da bu
görüştedir. Bunu İbnu'I-Münzir nakletmektedir.
Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) ise şöyle demektedir: Şöyle de denilmiştir: İlişki kurması durum
ne olursa olsun bir ric'attır. Ric'ati ister niyet etsin ister etmesin. Bu
görüş Malik'in bazı arkadaşlarından da rivayet edilmektedir. el-Leys (b. Sa'd)
da bu görüştedir.
İlim adamları
muhayyerlikle birlikte cariyesini satan bir kimsenin mu hayyerlik süresi
içerisinde onunla ilişki kurabileceği ve böylelikle o cariyeyi müIkiyetine geri
döndürmüş ve bu davranışı ile de satışı bozmayı tercih etmiş olduğunda ihtilaf
etmemişlerdir. Ric'i talakla boşanmış olan kadın için de hüküm bu kabildendir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
4- Ric'at Sayılabilen
Diğer Davranışlar:
Her kim ric'at niyetiyle
öpse veya mübaşerette bulunsa bu bir ric'at olur.
Öpme ve mübaşeret ile
ric'ati niyet etmezse günahkar olur ve ric'at yapmış olmaz. Sünnet ise onunla
ilişki kurmadan yahut öpmeden ya da mübaşerette bulunmadan önce şahit
tutmasıdır. Ebu Hanife ve arkadaşları der ki: Onunla ilişki kursa yahut
şehvetle ona dokunsa yahut şehvetle mahrem yerine baksa bu bir ric'attir. Aynı
zamanda bu es-Sevrı'nin görüşüdür, şahit tutması da gerekir. Malik, Şafii,
İshak, Ebu Ubeyd ve Ebu Sevr'in görüşüne göre ise bu bir ric'at olmaz. Bunu
İbnu'I-Münzir söylemiştir.
el-Münteka'da şöyle
demektedir: Söz ile ric'atın sahih olacağında görüş ayrılığı yoktur. Cima ve
öpmek gibi fiilen ric'at hakkında ise kadı Ebu Muhammed şöyle demektedir:
Bununla ve lezzet almak kastıyla sair faydalanmalada ric'at sahih olur.
İbnu'l-Mevvaz der ki:
Lezzet almak kastıyla eliyle yoklamak yahut mahrem yerine bakmak veya da
ric'atte bulunmak kasdıyla buna benzer güzel taraflarına bakması bunun gibidir.
Bu hususta ise ric'at, ancak sözlü olarak sahih olur, diyen Şafii'nin görüşüne
muhalefet vardır. Bunu İbnu'I-Münzir Ebu Sevr, Cabir b. Zeyd ve Ebu Kilabe'den
de nakletmektedir.
5- Cima Ric'at
Olabilir mi?
Şafii der ki: Ric'at
niyetiyle onunla cima etse veya bunu niyet etmese bu ric'at olmaz. Ve (her iki
durumda da) kadına mehr-i mislini ödemesi gerekir.
Malik der ki: Birşey
alma hakkı yoktur. Çünkü ona ric'at yapacak olsaydı ona mehir ödemesi
gerekmezdi. O bakımdan ric'at mehri gerektirmezken bu durumda ilişki kurmanın
mehri gerektirmesi sözkonusu olamaz.
Ebu Ömer der ki: Şafii
dışında kocasının mehr-i misil ödemesini gerekli gören başka bir kimse
bilmiyorum. Ancak onun bu sözü pek kuvvetli değildir. Çünkü böyle bir kadın
sair zevcelerin hükmündedir. Hem o kocasına mirasçı olur, hem kocası ona
mirasçı olur. Hükümlerinin çoğunluğu itibariyle zevcenin hükmü gibi olan bir
kadın ile ilişki kurmak dolayısıyla mehr-i misil nasıl gerekli olabilir? Şu
kadar var ki Şafii'nin bu görüşündeki dayanağı oldukça kuvvetlidir. Çünkü ona
ric'at yapmak hali dışında o kadın kendisine haramdır. Fukaha da şüphe ile
kendisiyle ilişki kurulan kadına mehr-i misil ödemenin gereği üzerine icma etmişlerdir.
Açıklama olarak bu kadar yeterlidir.
6- Ric'atten Önce
Onunla Yolculuğa Çıkmak:
Karısına ric'at yapmadan
önce onunla yolculuk yapıp yapmayacağı hususunda ilim adamlarının farklı
görüşleri vardır. Malik ve Şafii ona ric'atte bulunmadıkça onunla yolculuğa
çıkamaz, derler. Ebu Hanife ve Züfer dışında arkadaşları da böyle demişlerdir.
el-Hasen b. Ziyad'ın Züfer'den rivayet ettiğine göre ric'atte bulunmadan önce
onunla yolculuğa çıkabilir. Amr b. Halid'in Züfer'den rivayetine göre ise ona
ric'atte bulunmadıkça onunla yolculuğa çıkamaz.
7- Ric'at Döneminde
Karı ile Kocanın Karşılıklı Davranışları:
Kocası onun yanına girip
de güzelliklerinden birşey görebilir mi onun için süslenebilir mi ve ona bakabilir
mi hususlarında fukahanın farklı görüşleri vardır.
Malik: Onunla başbaşa
halvette bulunmaz, iznini almadıkça onun yanına girmez. Elbiseleri üzerinde
olmadıkça ona bakamaz, saçına bakamaz, der. Bununla birlikte ona göre
beraberlerinde başka bir şahıs olduğu takdirde onunla birlikte yemek yemesinde
mahzur yoktur. Aynı evde onunla geceyi geçiremez. Bir başka eve intikal eder.
İbnu'l-Kasım der ki:
Malik bu görüşünden dönmüş ve şöyle demiştir: Onun yanına giremez ve saçını
göremez.
Ebu Hanife ve arkadaşları
arasında kocasına süsleneceği, koku sürüneceği, zinet eşyasını takınabileceği
ve ona bakabileceği hususunda görüş ayrılığı yoktur.
Said b. el-Müseyyeb'den
de şöyle dediği nakledilmektedir: Koca hanımını bir defa boşayacak olursa
yanına girmek için ondan izin alır. O da dilediği elbiseyi giyer ve dilediği
gibi zinet eşyası takınır. Şayet tek evden (odadan) başka evleri yoksa
aralarında bir perde gersinler. Girdiği vakit selam verir. Benzer bir görüş
Katade'den de nakledilmiştir. İçeri girdiği vakit balgam söktürür gibi yapmak
suretiyle durumu hissettirir.
Şafii der ki: Bir defa
boşanmış olan ve kocasının ric'at yapabileceği kadın, kendisini boşayana, tıpkı
üç defa boşanmış bir kadın gibi kocası kendisine ric'at yapıncaya kadar
haramdır. Az önce geçtiği üzere.
8- Ric'at Hususunda
Karı ile Koca Arasındaki Anlaşmazlıklar:
İlim adamları icma ile
şunu belirtirler: İddetin bitiminden sonra koca: Ben iddet süresi içerisinde
sana ric'at yapmış idim, dediği halde kadın bunu reddederse, yeminiyle birlikte
kadının sözü kabul edilir ve erkeğin ona ric'at etmesine imkan kalmaz. Şu kadar
var ki en-Numan (b. Sabit yani Ebu Hanife). nikahta olsun ric'atte olsun yemin
edileceği görüşünde değildir. Ancak iki arkadaşı (Ebu Yusuf ile Muhammed) bu
konuda ona muhalefet ederek sair ilim ehli gibi görüş belirtmişlerdir.
Aynı şekilde şayet zevce
cariye olup da efendi ile cariye arasında anlaşmazlık çıkıp koca iddetin
bitmesinden sonra iddet süresi içerisinde ric'atta bulunduğu iddiasında bulunsa
cariye de bunu red ve inkar etse efendisi onu yalanlasa dahi cariye olan
zevcenin sözü kabul edilir. Şafii, Ebu Sevr ve Numan'ın görüşü budur. Yakub
(Ebu Yusuf) ve Muhammed ise efendinin sözü kabul edilir ve koca onu almaya daha
çok hak sahibidir, der.
9- "Geri
Alma" Lafzının Muktezası:
Ayet-i kerimede geçen
"red: Geri alına" lafzı nikahın zail olmasını gerektirmektedir
(iktiza). Ancak ilim adamlarımız (Maliki mezhebi alimleri) şöyle demişlerdir:
Ric'i talak ile boşanmış kadın ile ilişki kurmak haramdır. O bakımdan burdaki
"dönüş" helal olan şeye ait demektir.
el-Leys b. Sa'd, Ebu
Hanife ve: Boşamanın ifade ettiği anlam, boşanma için özel olarak tayin edilmiş
boşanma sayısını eksiltmektir. Bununla birlikte evlilik hükümleri olduğu gibi
bakidir, onlardan herhangi birşey çözülmemiştir, şeklindeki görüşlerini kabul
edenler derler ki: Evlilik hükümleri her ne kadar baki ise de kadın iddet
süresi içerisinde kaldıkça, iddetin sona ermesiyle bu hükümlerin son bulması
yolundadır. Ric'at, kadının koyulmuş olduğu bu yoldan bir dönüştür. Bu ise
mecaz! bir geri alıştır. Bizim hakkında hüküm verdiğimiz dönüş ise, gerçek
anlamıyla geri dönüş, geri alıştır. Ortada derhal bir zail oluş vardır ki bu da
ilişki kurmanın haram oluşudur. (O da ric'at ile ortadan kalkar). İşte
böylelikle gerçek manada ondan geri dönüş gerçekleşmiş olmaktadır. Doğrusunu en
iyi bilen Allah'tır.
10- "Daha Çok Hak
Sahibi Olmak" Lafzının Kullanılışı:
"Ehak: Daha çok hak
sahibi" lafzı iki hakkın çatışması halinde kullanılır ve bunlardan birisi ağırlık
kazanır. Buradaki anlam iddet bekleme süresi içerisinde kocanın hakkı daha
üstün bir haktır. Çünkü kadın ancak iddetin bitmesinden sonra evlenmek hakkına
malik olur. Peygamber efendimizin: "Dul kadın velisinden daha çok kendi
üzerinde bir hak sahibidir" hadis-i şerifi de buna benzemektedir. Bu hadis
daha önceden geçmiş bulunmaktadır.
11- iddet içerisinde
Kocanın Dönüş Yapması Menduptur
Kocaya ric'atte
bulunması teşvik edilmiştir (mendup). Fakat onunla ilişkilerini düzeltmek ve aralarındaki
soğukluğu ortadan kaldırmak kastını gütmesi şartı da vardır. Şayet ona zarar
vermeyi, iddetini uzatmayı ve nikah bağından kurtulma imkanını ortadan
kaldırmayı kastederse bu haram olur. Çünkü Yüce Allah: ''Ancak onlara
zulmedebilmeniz için zararlarına tutmayın" (el-Bakara, 231) buyruğu bunu
gerektirmektedir. Bununla birlikte bunu yapan bir kimsenin ric'ati -haram
işlemiş nefsine zulmetmiş olmasına rağmensahih kabul ediliL Eğer biz onun böyle
bir maksada sahip olduğunu bilirsek, ona rağmen karısının ondan boş olduğuna
hükmederiz,
[ - ]
Bu buyruğun:
"üzerlerindeki hak gibi maruf şekilde onların da hakkı vardır"
bölümüne dair açıklamalarımızı da üç başlık halinde sunacağız:
1- Karı ve Kocanın
Karşılıklı Hakları:
Yüce Allah'ın:
"üzerlerindeki hak gibi.." buyruğunun anlamı şudur: O kadınların
erkekler üzerindeki evlilik hakları, erkeklerin kadınlar üzerindeki haklarının
mislidir. Bundan dolayı ibn Abbas şöyle demiştir: Karım benim için süslendiği
gibi ben de karım için süslenirim Ben onun üzerindeki bütün haklarımı tüketip
de bu sefer onun benim üzerimdeki haklarını almasının gerekmesi hoşuma gitmez,
Çünkü Yüce Allah: "üzerlerindeki hak gibi maruf şekilde onların da hakkı
vardır" yani günah sözkonusu olmaksızın süslenmek hakkı vardır,
buyurmuştur, Yine ibn Abbas'tan şöyle dediği nakledilmektedir: Yani onların da
kocaları üzerinde ma'ruf bir şekilde güzel bir arkadaşlık ve geçim hakları
vardır. Tıpkı erkeklerin onlar üzerindeki ve Allah'ın o kadınlar üzerine
kocalarının lehine farz kıldığı itaat hakkı gibi,
Şöyle de denilmiştir:
Nasıl ki onlar kocalarına zarar vermemekle yükümlü iseler kocalarının da onlara
zarar vermekten uzak durmaları onlar için bir haktır. Bunu Taberi söylemiştir.
İbn Zeyd de der ki: Nasıl ki onlar sizin hakkınızda Allah'tan korkmakla yükümlü
iseler siz de onlar hakkında Allah'tan korkmakla yükümlüsünüz,
Bu iki görüşün anlamı
birbirine yakındır. Ayet-i kerime ise evlilik haklarının bütününü
kapsamaktadır.
2- Erkeğin
Süslenmesinin Mahiyeti:
İbn Abbas'ın: "Ben
hanımım için süsleniyorum" sözü ile ilgili olarak ilim adamları şöyle
demektedir: Erkeklerin süslenmeleri durumlarına göre değişik değişiktir. Onlar
bu işi maharetle ve uygun bir şekilde yapmalıdırlar. Belli bir zamanda yakışan
bir zinet, bir başka zamanda yakışmayabilir. Gençlere yakışan bir zinet olduğu
gibi; yaşlılara da yakışan fakat gençlere yakışmayan bir başka zinet türü
bulunabilir. Nitekim yaşlı ve olgun kimseler eğer bıyıklarını kazıyacak
olurlarsa bu onlara yakışır ve güzellik verir. Genç bir kimse aynı şeyi yaptığı
takdirde ise çirkinleşir ve bundan dolayı yerilir. Çünkü henüz sakalı yeteri
kadar gelmemiştir. Sakalının ilk bittiği sıralarda bıyıklarını kazıdığı
takdirde çirkinleşir. Fakat sakalı gürleştikten sonra bıyıklarını kazırsa bu
ona güzellik verir. Resulullah (s.a.v.)'dan da şöyle buyurduğu rivayet
edilmektedir: "Rabbim bana sakalımı uzatmayı, bıyıklarımı da kesmeyi
emretti."
Giyim hususunda da durum
böyledir. Bütün bunlarda haklara riayet aranır. Ve bu işler maharet ve uygunluk
esasına riayet edilerek yerine getirilir ki, hanımının nazarında hoşuna gidecek
ve onun dışındaki diğer erkeklerde gözünün kalmasını önleyip iffetini
sağlayacak bir zinet üzre olsun. Aynı şekilde sürme de böyledir. Kimi erkeklere
yakışır, kimi erkeklere de yakışmaz.
Hoş koku, misvak, kürdan
kullanmak, pisliklerden temizlenip fazla saçları atmak, temizlenmek, tırnakları
kesmek ise açıkça görüldüğü gibi herkese uygundur. Yaşlılar için kına yakmak,
uygundur, yüzük ise genç yaşlı herkes için bir zinettir. Aynı zamanda ileride
Nahl Suresi'nde (14. ayet 5. başlık) açıklanacağı üzere bu, erkeğin süsüdür.
Diğer taraftan erkeğin
karısının erkeğe ne zamanlarda ihtiyaç duyduğunu araştırıp öğrenmesi böylelikle
onun iffetini koruması ve başkasına bakmasına ihtiyaç bırakmaması da vazifesidir.
Eğer erkek kendisinde yatakta karısının hakkını vermekten yana bir acizlik
görecek olursa, gücünü arttıracak ve şehvetini güçlendirecek ilaçlar alır ki,
onun iffetini koruyabilsin.
3- Erkeklerin Bir
Derece üstünlüğü:
Yüce Allah'ın:
"Erkeklerin ise kadınların üzerinde bir dereceleri" yani bir
konumları "vardır." (Aynı kökten gelen) "medrecetü't-tarik"
tabiri yolun ortası demektir. Bu kelimenin asıl anlamı katlamaktır. Ömrü
katlamak anlamına kullanıldığı gibi üstüne basılıp yükseğe çıkılan derece (basamak)
da buradan gelmektedir.
(Erkek anlamına gelen):
Racul ise kuvvet anlamına gelen "er-rucle"den gelmektedir.
"Ercelu'r-raculeyni" iki kişiden en güçlü olanı demektir. Güçlü ata
"recil" denildiği gibi, yürümekteki gücü dolayısıyla ayağa da
"er-ricl" denilmesi buradan gelmektedir.
Buna göre erkeğin
üstünlük derecesi aklıyla, infaka olan gücü, diyet miras ve cihad iledir.
Humeyd der ki: Buradaki derece sakaldır. Bu görüş nakil itibariyle ondan sahih
olsa bile zayıftır. Ayet-i kerimenin lafzı da anlamı da bunu gerektirmez
(iktiza etmez). İbnu'l-Arabi: der ki: Bilmediği hususta söz söylemeyen kula ne
mutlu. Özellikle Yüce Allah'ın Kitabı hakkında. Erkeklerin kadınlara üstünlüğü
akıllı bir kimse için gizli bir durum değildir. Eğer hiçbir şeyolmasa dahi
kadının erkekten yaratılmış olması bu konuda yeterlidir. Erkek kadının aslıdır.
Ayrıca erkeğin, izni ile olmadıkça kadını tasarruftan alıkoyma yetkisi vardır.
Onun izni olmadıkça (nafile) oruç tutamaz, ancak onunla birlikte hac edebilir.
Buradaki derecenin mehir
vermek olduğu da söylenmiştir. Bunu eş-Şa'bi söylemiştir. Bir görüşe göre
derece, erkeğin eğitilebilme (çeşitli meslek ve sanatları öğrenebilme)
durumudur.
Özetle
"derece" kelimesi üstün olmayı gerektirir ve erkeğin kadın üzerindeki
hakkının kadının erkek üzerindeki hakkından daha ağır olduğu izlenimini
vermektedir. Bu bakımdan Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ben şayet bir
kimseye Allah'tan başkasına secde etmeyi emredecek olsaydım, kadına kocasına
secde etmesini emrederdim...
İbn Abbas da şöyle
demiştir: Burada "derece" erkekleri kadınlarla güzel geçinmeye teşvik
için bir işarettir. Mal ve huy itibariyle kadınlara karşı geniş olmaya bir
işarettir. Yani daha faziletli olanın kendisini daha çok tutması, zaptetmesi
gerekir.
İbn Atiyye der ki: Bu
gerçekten güzel ve son derece harika bir görüştür. el-Maverdi der ki: Bu
derecenin nikah haklarında olması ihtimali de vardır. O, kadın olmadan da akdi
sona erdirebilir; diğer taraftan yatakta kadının erkeğin isteğine cevap vermesi
yükümlülüğü olmakla birlikte; erkeğin onun isteğine cevap verme yükümlülüğü
yoktur.
Derim ki: Hz.
Peygamber"in şu buyruğu da bu kabildendir: "Herhangi bir kadını
kocası yatağına davet eder ve o da bu isteğini kabul etmezse sabahı edinceye
kadar melekler ona lanet okurlar."
"Allah
Azizdir" yani egemenliğine kimse saldırıda bulunamaz, kimse O'na itiraz
edemez; "Hakimdir" herşeyi bilendir, yaptığında isabetli olandır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN